Saat geç olmuştu ve çok
yorulmuştum. Acıta acıta içtiğim kadehlerin de etkisiyle uyuyakalmışım.
Yatağıma nasıl gittiğimi bilmiyorum ama nasıl uyandığımı hayal meyal hatırlıyorum.
Ancak bir Çinlinin yapacağı işkenceydi ve ben buna karşı gelmeye çalıştıkça o
daha da artırıyordu şiddetini. Bir giyotin inceliğinde ve darağacı uzunluğundaydı,
kulaklarımı adeta parçalıyordu telefonun sesi ve bedenim de eşlik ediyordu
sanki. Telefon inatla çalıyor ve işkencenin süresini uzatıyordu. Baş
edemeyeceğimi anladığımda telefonu elime aldım. Saat 3 civarıydı. Arayan Esra’ydı.
Neden bu saatte ısrarla aradığının şaşkınlığıyla ve durumun anlamsızlığıyla,
tekrar aradığında açtım telefonu. “Alo. Okan’ı hastaneye kaldırmışlar ben oraya
gidiyorum yoldayım şuanda sende koş gel çabuk. Meira Hastanesine kaldırmışlar”
dedi. Kulaklarıma inanamamakla birlikte “Orası nerede?” diye soruverdim.
Aldığım cevap: “Asmalıbahçe’de Uğurlu caddesinin üstünde” idi. Tamam diyerek
telefonu kapattım fakat üzerime birden büyük bir yük bindi sanki. İçim acıdı,
üzüldüm ve şaşkınlık hissettim. Ayrıca başım da çok ağrıyordu.
Üzerime elime geçenleri hemen
giydim. Sonra kendimi evimin kapısını kilitlerken buldum. Genellikle kapımı
kilitlemezdim, zaten çalınabilecek bir şey de yoktu içeride ama kilitlemiştim.
Merdivenlerden hiçbir şey düşünmeden indim ve apartmanın kapısını açarak dışarı
çıktım, kapı önünde bir süre duraksadım. Gecenin soğuğu öyle vurdu ki yüzüme, üzerimde
insanların beni arkamdan vurmasıyla aynı etkiyi yarattı, kendime gelmemi
sağladı. Yavaş adımlarla yürümeye başladım, hala alkolün etkisindeydim ve baş
ağrımın şiddeti gittikçe artıyordu.
Bir taksi bulmak için caddeye
doğru yürümeye karar verdim. Caddeye çok uzakta oturmuyordum, 5 dakikalık
mesafem vardı. Bu yolu, yaklaşık son yarım saatimi anlama çabalarımla bitirdim.
Caddeye çıktığımda taksinin geçmesi için beklemeye başladım. Bazen taksi bu
caddeye adım attığımda çıkıverir karşıma bazen de uzun süre bekletir.
Muhtemelen şuan bekleyeceğim bir müddet. Gecenin bir yarısı taksi gelir miydi
acaba? Bu saatte hiç taksi beklememiştim burada. Taksi durağına mı gitsem?
Taksi durağına varmak üzereyim. 20
dakika yürüdüm ama orada beklemektense yürüyerek buraya gelmek daha cazipti
benim için.
“Merhaba. Acilen bir taksiye ihtiyacım var.”
“Tabii efendim.”
Şoförlerden birisi yanıma geldi ve duraktan birlikte çıktık. Şoför en öndeki taksinin kapı kilitlerini elindeki anahtarın tek tuşuyla açarak: “Buyurun” dedi. Araca bindim. Şoförde bindi ve aracı çalıştırdı. Kısa süre gittik ve bana dönerek: “Nereye efendim?” diye sordu. “Meira Hastanesi. Hızlı olalım biraz.” diye yanıtladım. Taksici bir hışımla önüne dönerek hızını artırmaya başladı. Hala tam olarak kendime gelememiştim. Telefonu elime aldım ve saatin 4 olduğunu gördüm. O sırada diğer arkadaşlara da haber vermem gerektiğini hatırladım. Murat’ ı aramalıydım. O diğer herkese haber verir zaten.
Telefonumun rehberinden Murat’ın
numarasına bakarken şoföre: “Hastaneye gitmeden önce Gümüşköy’ den bir
arkadaşımı alacağız, sahil yolundan.” dedim. “Tabii efendim” cevabını aldıktan
sonra Murat’ı birkaç kez aradım. Telefonda “Alo” sesini duyduktan sonra: “Murat!
Okan’ı hastaneye kaldırmışlar. Ben taksideyim şimdi seni almaya geliyorum.”
Dedim. “Tamam” dedi. Sonra telefonu kapattım. Sanırım Murat’ın Çinlisi de ben
oldum.
Sahil yoluna girdiğimizde şoföre
biraz yavaş gitmesini rica ettim. Şimdi yolda taksiyle yavaşça ilerliyoruz.
Murat’ ı gördüğümde şoföre durmasını söyledim. Murat hemen taksiye binerek: “Ne
olmuş Okan’a?” diye sordu. Cevabım: “Bilmiyorum” oldu.
Kısa bir sessizlikten sonra Murat
tedirginliğini en içten şekilde ifade etti:
“Umarım Okan’ın önemli bir şeyi yoktur.”
“İyi düşünelim iyi olsun kardeşim. Beyhude üzülmeyelim şimdi.” Ben de tedirgindim fakat soğukkanlı olmalıyım. Sonuçta birinin bunu yapması gerekiyor.
Murat’ ı aldıktan sonra yarım saat
taksiyle yolculuk yaptık. Her geçen dakika, Murat ve beni iyice geriyor. Bu
sebeple şoföre dönerek ne kadar yolumuzun kaldığını sordum. Şoför: “10 dakikaya hastanedeyiz” diyerek aracın hızını biraz
daha artırdı. O sırada Bekirpaşa Viyadüğü yazılı tabelayı gördüm. Hemen
ardından diğer yoldan çok süratli bir aracın başka bir araca çarptığını, hızlı
olan aracın bizim yolumuza takla atarak girdiğini, bize doğru geldiğini gördüm.
Şoför büyük bir korkuyla frene asıldı fakat fayda etmedi. Şiddetli bir çarpışma
sesini işittim ve taksi kontrolden çıktı, bariyerlere çarptı, bariyerler aracı
durduracak güce sahip değildi. Aracımız bariyerleri adeta ezerek geçti ve ardından
viyadükten aşağıya doğru düşüğümüzü gördüm. Tanımlayamayacağım bir korku
içindeyim. Tekrar bir çarpma sesi işittim, ardından birkaç taklayla birlikte
derenin kenarındaki ağaca çarparak araç durdu. Başım yaralanmıştı ve kanlar
boynumdan göğsüme doğru akıyordu. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapmam
gerekiyor? Hareket edemiyorum, sanırım sıkıştım.
“Murat! Şoför Bey! Hey! İyi misiniz? Ses verin.” Sesleri çıkmıyor. Telefonumu çıkarmalıyım. Ah! Kolum. Hareket ettiremiyorum. Allah’ım yardım et bize. ”Murat! Duymuyor musunuz? Ses verin bana. Hey!”
Çabalıyorum ama bir türlü hareket
edemiyorum. Sıkışmasaydım çıkabilirdim belki araçtan. Murat ile şoförü de
çıkartırdım. Ambulans sesi mi bu? Evet, ambulans sesi, uzun süre geçti sanırım
kazayı yapalı. Bir an önce gelip kurtarsalar bizi. Hastaneye giderken her
dakika saatler gibi geliyordu, şimdiyse her dakika saniyeymiş gibi. Sanırım,
insanın; hiç bitmesin dediği anlarda zaman çabuk geçiyor. Hayatımın bitmesini
istemiyorum. Çok yorgun hissediyorum kendimi. Gözlerim kapanıyor. Acaba hastaneye
kadar gidebilir miyim? Belki de hastanede açabilirim gözlerimi...
Nevmit Balıkçı