-Korkaksın.
İki sandalye. Üzerlerinde iki adam, bir
masa ve üzerinde bir silah... Colt marka, 38 kalibrelik Magnum, başka
cinayetler çağından... Daha karanlık bir çağdan, içinde bulundukları oda kadar
karanlık...
-Ne işin var burada?
-Siktir et.
-Korku diyordum. Hayatın bundan ibaret,
korku seni mahvetmiş. İliklerine kadar işlemiş.
- Hayır! Bu korku değil.
-Bunun adı korku amına koyayım. Korku!
-Belki. Ya da sadece...
-Hiç kumar oynar mısın? Kaybettin mi hiç?
Kalan son paranla hata yapma şansını denedin mi? Hiç Sanmıyorum. Kumar masasına
oturmayacak kadar korkak birisin sen. Kaybedecek çok fazla şeye sahipsin çünkü.
Kumar oynamayacak kadar zenginsin. Dünyanın en zengin adamı kadar korkaksın.
- Beni rahat bırak.
-Sen kendini rahat bırak. Beni başından
savamazsın. Beni reddetmeye çalışma. Bana karşı savaşayım deme sakın. Eğer
kazanırsan kaybedersin.
-Ben, ben böyle olsun istemedim.
-Ben istediğim hiç bir şeyi elde edemedim
ki.
-O yüzden mi kaçtın?
-Ben kimseden kaçmadım. Onlar kaçtı. Ben
bekledim hep. Birileri gelsin istedim. Hayatımı değiştirsin, bambaşka biri
yapsın beni. Beni alsın, tutsun elimden, bilmediğim bir yere götürsün. Ondan
sonra gidebilir isterse, beni bıraksın orada. Belki de...
-Belki de ne?
-Belki de en büyük hatam bu oldu benim.
Hayatım boyunca yaptım bunu. Ben hep sözlerimi tamamlayacak birini bekledim.
Beni o kadar tanısın ki, kendimi anlatmak zorunda kalmayayım. Ama böyle biri
yokmuş. Ya da varsa bile benim hikayemden haberi yok.
-Çünkü umursamıyorum.
-Hayır umursuyorsun. Sorun da bu zaten:
umursamak! Her şeyi umursadığın için hiç bir şey yapmıyorsun. Rezil bir durum
bu, acıdan bu denli uzak durmaya çalışmak… Her emri yerine getirmek, vereceğin
her karar öncesinde titremek, karanlıktan bu kadar korkmak; karanlık…
Karanlıkta herkesle konuşabilir insan.
-Ölüsün. Arkasından ağladığın o insanlar
kadar ölüsün. Hiç bir zaman dirilemeyeceksin.
Elleri titremeye başladı. Titreyen sağ
elinin parmaklarını bir araya getirip, bir yumruk yaptı onlardan. Gerdi kolunu,
yumruğunu nişanladı.
-Bunu yapamayacağını ikimiz de...
Yapmıştı. Titreyen ellerini çekti,
karşısındaki yüzden. Açtı yumruğunu. Titreme geçmişti, onun yerini bir acı
aldı. Sızlayan elini ovaladı diğeriyle. Az önce yumruk attığı yüz konuşmaya
devam etti.
-Sonra ne yapacaksın peki. Göze alacağın
tek suç bu mu? Hadi öldür beni burada. Önünde bir silah, içinde mermiler var.
Yapamazsın değil mi? Çünkü yetişmen gereken bir hayat var. Gitmen gereken bir
yer var. Memleketin var, Ankara. Orada aptal bir ailen ve daha da aptal
dostların var. Seni bekleyenler var.
-Ben oraya dönmek zorundayım.
-Değilsin. Değmez. Hiç biri değmez, ne
sana ne de bu korkuya. Bütün gün telefonla konuştuğun o insanlar mı? Annen mi?
Baban mı? Hiç birinin gram değeri yok. Sen varsın sadece. Sen ve hayatın.
-Benim hayatım orada.
Elleri tekrar titremeye başladı. Bu kez
önünde duran silaha uzandı titrek eller. Yüz konuşmaya devam etti.
-Vazgeçeceksin hepsinden. Hayallere inanır
mısın? Kaçmaya, yok olmaya, izini kaybettirmeye. Vazgeçeceksin hepsinden. Bir
anlık tereddüt ve elveda… Ama yapamazsın, korkaksın; çünkü aptalsın. Belki de
haklısındır. Çünkü mutsuzluk bağımlılık yapar. Çünkü karaktersiz bir piç olarak
yaşamak bazen en kolayıdır. Oyala kendini. Çevrendeki aptallarla oyala.
Birilerini bekleyerek oyala. Boş umutlarla oyala. Kapat kulaklarını, duyma
beni. Kaç benden. Beni duymamak için aklını meşgul et sürekli. Düşün. Aileni
düşün, geleceğini düşün, olmayacak mutluluğunu düşün. Ben her zaman beklerim.
Nasılsa ikimiz de buradayız. Nasılsa daha çok karşılaşacağız. Düşünecek bir
şeyin kalmadığında yine görüşürüz.
-Siktir git.
Tam isabet. İki kaşın tam ortası, burun ve
alnın birleştiği yer. Kapandı karşısındaki göz, ağzından çıkacak diğer
kelimeler içeride kaldı. Silahın ağzından duman çıktı bir süre daha. Colt
marka,38 kalibrelik Magnum... Bıraktı masaya. Önünde bir masa ve üzerinde bir
silah. Karşısında bir sandalye. Üzeri boş.
"Tamam" dedi. Açtı kapıyı. Çıktı
tuvaletten. Sağ eli yaralıydı. Elinden akan kanlar, parmakları gezip yere
dökülüyordu. Denize boşalan nehir gibi... İçerideki ayna kırılmıştı. Etrafta
kırık cam parçaları vardı. Musluğu açık bırakmıştı. "Şu lambaları da bir
ara onarın." dedi. "Çalışmıyor, içerisi çok karanlık."
Karanlıkta herkesle konuşabilir insan.
Kendisiyle bile.
Otobüs yolculukları hayata verilen
molalardır ve bu yolculuklarda verilen ihtiyaç molaları zamanı durdurur.
Ortalama süreleri 10 dakikadır.
Hırkasıyla sardı elini. Yürüdü otobüse
doğru. Yavaşça çıktı basamakları. Koltuğunu aradı bir süre. Buldu sonra. 19.30
Ankara otobüsü, 11 numaralı koltuk. Oturdu koltuğuna. Hareket etti otobüs.
Karanlıkta herkesle konuşabilir insan.
KAYRA