Bakkal Naci'den Yazarlara Tavsiye: “Fazla okuma kafayı yiyeceksin.''
















     Son üç gündür yazmakta güçlük çekiyorum. Masaya yazma ümidiyle oturuyorum fakat sandalyeyi hışım ile geriye doğru çekip karalanmış ve yırtılmış kağıtları çöpe atmaya yöneliyorum. "Bu gece de yazamadım. İlham gelmedi." diyorum. Hayran olduğum romancıların nasıl bu kadar iyi yazdıklarını kendime sormadan edemiyorum. Bir kaç satırı defalarca silip yazdığımı hesaba katınca dev yapıtların zahmetini merak ediyor, "Hiçbir satırı silip tekrar yazmadılar mı yoksa ?" diyorum.

    Bu düşüncelerimin ve sorularımın arasına nereden sızdı bilmiyorum ama mahallenin danışmanı (!) Bakkal Naci’den bahsetmem lazım.

    Dün gece yine evin karşısındaki Naci Amca’nın bakkala uğradım. Eve gelmeden önce ihtiyacım olsa da olmasa da uğrarım. Naci Amcaya selam verir geçerim. Bakkal Naci ile aramız gayet iyidir. Edebiyattan sık sık söz ederiz. Ama ne sözler...

    Elimde ne zaman kitap görse “Kimin kitabı bu?” diye sorar. Aldığı cevap kendisine tanıdık gelse de gelmese de her seferinde zamanında çok okuyup kafayı yiyen bir akrabasını bana örnek olarak gösterir. "Sende fazla okuma yoksa kafayı yersin." der. Dün elimde bir roman gördü ve hiç değişmeyen vurgusuyla başladı konuşmaya.

     -Kimin kitabı bu ?

     -Tolstoy’un kitabı. Rus yazar var ya hani, ak sakallı, dur resmini göstereyim kitabın kapağında var. 

     -Tamam anladık. Bizim oralılara benziyor. Baba tarafı nereli acaba? Türklük var mı dersin?

     -Bilmem. Hiç araştırmadım.

     -Ne anlatıyor kitapta? O kadar okuyorsunuz bari bir şey öğrenin. Elinizde dolaştırmayın boş yere. Kaç sayfa bu kitap. Tuğla gibi maşallah.

     -Bakmadım ama 400 sayfa vardır Naci Amca.

     -Oğlum akıl var mantık var 400 sayfa yazılacak ne var. Kısa olacak öz olacak yazı dediğin. Kafa karıştırmayacak.

     -Olur mu Naci Amca? Altı senede yazmış bu kitabı. Defalarca ismini değiştirmiş. Yıllarca üzerinde çalışmış adam. İki dakikada harcadın koskoca romanı. Önüne gelen yazamaz bunu.

     -Yahu bırakın şu lafları yeğenim. Nesini yazamayacaksın. Ver bakayım o kitabı ne yazmış (İlk ve son sayfalarına baktı). Hiç bir şey anlatmıyor bu kitapta. Hep aynı hikayeler. Biz 80’li yıllarda çok okuduk ama hevesimiz kaçtı. Ben şimdi otursam bir yazsam aha bunun gibi iki tane çıkarırım.

    -Neyse Naci Amca ben yavaştan kaçayım. Kitabı okumam lazım. Yalnız tavsiyelerine uyacağım. Bir dahaki sefere borç defterini ver onu okuyayım. En azından matematiğim gelişir. Kafamı karıştırmayayım bu romanlarla değil mi?

    -Aynen öyle. Hadi iyi akşamlar. Babangile selam söyle.

    Eve geldiğimde kitaplığıma doğru yöneldim. 3 gecedir yazamadığım için kaleme küsmeye çalışan birisi olarak okuduğum romanlara tekrar göz attım.

    Flaubert’in Madam Bovary romanını  seneler önce okumuştum. Bir kaç araştırma yapınca Flaubert’in bu romanı beş yılda yazdığını okudum. Naci Amca’nın seslerini duyar gibi oldum. "Ne var bu kadar uzun sürecek yeğenim? Beş yılda çocuk büyütür okula yollarsın." diyeceğinden emindim. Uzun bir süre gelebilir ama her sözcüğü nakış gibi işleyen yazarlar için öyle uzun süreler değildir belki. Tolstoy’un Anna Karenina’sı en sevdiğim romanlardandır. Beş yılda yazmış üstat bu eseri. Andre Gide Kalpazanlar’ı altı yılda yazmış. Gogol ve Dostoyevski romanlarını uzun sürelerin sonunda ortaya çıkarmış. Hatta Dostoyevski Budala’yı yazarken bir dergiden yayınlanması karşılığında 4500 ruble almış fakat romanı tamamlayıp dergiye yollayacağı gün beğenmemiş ve yırtmış. Kitaplığımda yapmış olduğum bu kısa araştırma okuduğum kitapların ne denli bir titizlik sonucu oluşturulduğunu bana gösterdi. Kimileri kumar borcunu ödemek için, kimileri hayata dair bir söz söylemek için kimileri ise sözcüklere duyduğu aşktan dolayı yazmış. Yazılanlar, duyguları bize en iyi aktaran araç olmuş. İnsanı en iyi şekilde anlatmış.

   Okuduklarımı araştırmaya devam ederken romanlarını kısa sürede yazıp, kendini dünyaya okutmuş olan yazarlara denk geldim. Stendal Parma Manastırı’nı elli iki günde yazmış. Alexandre Dumas ve J.J.Rousseau’da kısa sürelerde eserlerini oluşturan yazarlar arasında.

   Üç gün yazamayıp umutsuzluğa düşünce Henry Miller’ın sözleri aklıma geldi: ”Yazar romanını on yılda yazar, on yılda yayıncı arar.”

   Daha yolun başlangıcında önümdeki uzun yılları düşünerek bir gün bende yazarım umuduyla yatağıma doğru yöneldim.

   Bu arada Naci Amca’nın sesi yine kulaklarıma geldi.

   "Yahu bırak bu boş lafları. Fazla okuma kafayı yiyeceksin."


Çivi Kemal 


 
Divit Atölyesi | Baş Üstü Edebiyatı